SON DAKİKA
ileri'den 25 Kasım Kadına Yönelik…
Akın'dan 24 Kasım Öğretmenler Günü…
Çerçi'den 24 Kasım Öğretmenler Günü…
Dermanbaba’nın sosyal medyadaki çağrısına cevap…
Miroğlu: Nefret yoksa korku da yok!AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu Avrupa Konseyi’nde yaptığı mevcut göç ve mülteci krizi konuşmalarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde Ak Parti grubu adına Nefret suçları hakkında konuşan Miroğlu, “Nefret yoksa korku da yok!” dedi.
AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde AK Parti Grubu adına konuşma yaptı.
Miroğlu konuşmasında şu ifadelere yer verdi: Sayın başkan değerli meslektaşlarım, sizi saygıyla selamlıyorum, raporu hazırlayan arkadaşlara teşekkür ediyorum. Nefret suçlarının elbette her zaman düşünsel bir zemini vardır ve bu düşünsel zemin, nefret suçları dünyanın neresinde işlenirse işlensin, genel olarak şu ideoloji ve yaklaşımlardan beslenmektedir: Irkçılık-yabancı düşmanlığı İslamofobi Anti-semitizm Etnik-hınç ve öfkeyi besleyen çeşitli milliyetçilikler ve Dini fundamantalizm.. Şiddeti ve terörü besleyen nefret söylemlerinin, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği talihsiz olaylara tanık olmaktayız. Düşünce özgürlüğünün adeta ihlal edildiği ve bu özgürlüğü kullanma biçimleriyle, nefret suçları arasındaki duvarların çoğu olayda belirsiz hale geldiğini görüyoruz. Ve asıl problemimiz aslında bu duvarı yeniden ve kalın tuğlalarla örmektir. 90’lı yıllarda balkanları kasıp kavuran etnik-hınçve öfkeyi gözlemleyerek ülkesi için haber hazırlayan İsrailli bir gazeteci şöyle demişti: İyi ki İsrail kurulduğu zaman CNN yoktu! Şimdi her sosyal medya alanı veya her gazete sayfası CNN gibi işlev görüyor, dünyadaki CNN’ler epey fazla. bunun yarattığı faydalar olduğu gibi zararları da var elbette. Teknolojinin ve internetin, daha yaşanabilir ve nefreti geride bırakmış bir dünya için kullanılması burada temel bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye, nefret suçları ve sosyal medya yoluyla çeşitli suçların işlendiği bir ülke. Nefrete maruz kalanlar bazen sıradan insanlar bazen de mesleki alanda büyük başarılara imza atmış insanlar. aralarında politikacılar ve sanatçılar, yazarlar var. Belli bir aşamadan sonra, kişilik katli ve itibarsızlaştırma kampanyaları sonucu bu insanların hayatı bir Cehenneme dönebiliyor. Burada söylendiği gibi benim ülkemde de sosyal medya ve medyada maalesef savaş propagandası yapılmakta. Güneydoğu’daki olaylarda, hendeklerin kazılması ve meydana gelen çatışmalarda 7 bin insan hayatını kaybetti 400 bin insan yerinden oldu. medyanın bir kısmı terör örgütünün bu stratejisini manipule etti, şiddeti meşrulaştırma ve haklı bulma anlayışıyla karşıladı. Yine Türkiye’ de üç yıl önce yaşanan 6-7 ekim olaylarında elli kişi hayatını kaybetti. olaylardan önce, sosyal medyada insanlar Kobani üzerinden manipule edildi, ve kışkırtıldı. Siyasi cinayetlerin, ve katliamların işlendiği her yerde, nefret suçları vardır. Sonuç olarak şunu görmemiz gerekir ki, şiddete ve teröre medya yoluyla tolerans tanımak ve bunu fikir özgürlüğü gibi sunmak, günümüz demokrasilerinin temel meselesidir. Avrupa hukukunun bu anlamda yenilenmeye ve yeni kurumlar oluşturmaya ihtiyacı vardır. Şüphe yok ki, mevzuat değişimi elbette önemlidir, ama kültürlerarası diyalogu sanat ve edebiyatla besleyecek yaklaşım ve anlayışların güçlenmesine de dünyanın ihtiyacı vardır. Miroğlu bir vekilin Avrupalar’da ne yaptığını halkın ve seçmenin bilmesinde fayda olacağını belirterek, konuşmasının ikinci kısmında ise şu ifadeler yer verdi: Mevcut göç ve mülteci krizine Avrupa’nın cevabı maalesef yetersiz olmuştur. Raportörün de belirttiği üzere bu krizin çözümü ortak bir Avrupa politikasının geliştirilmesi ve ülkeler arası dayanışmanın kuvvetlendirilmesinden geçmektedir. Raportöre raporunda bu hususu vurguladığı için teşekkür ediyorum. Türkiye, Suriye’de savaşın başladığı ilk günden bu yana Suriyeliler için “açık kapı” politikası uygulamaktadır. Uluslararası yükümlülükler çerçevesinde "geri göndermeme" ilkesine titizlikle uymaktadır. Geçtiğimiz 6 yıl içerisinde Suriye'deki şiddetten kaçarak ülkemize sığınan Suriyelilerin sayısı 3 milyona yaklaşmaktadır.. Türkiye, bugün dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkedir. Hiç gündeme gelmiyor, ama Türkiye’nin mülteci sorunu sadece Suriye kaynaklı değil. Ülkemiz, Irak'ta, DAİŞ’in Musul’u ve Şengal’i işgal girişiminden sonra yerinden edilen insanların da sığındığı bir ülke oldu. Irak yurttaşı Ezidi Kürtler, Türkmenler, Araplar DAİŞ’ten kaçıp Türkiye’ye geldiler. Bu insanların bir milyondan fazlası Kuzey Irak’ta barınıyor ve burada oluşturulan kamplar Türkiye’nin yardımlarıyla kuruldu. Geçtiğimiz günlerde, Kuzey Irak’a Sayın Başbakanımızla beraber bir ziyarette bulunduk. Gözlemlerim şu: Buradaki mülteci sayısı, Kuzey Irak’ın nüfusunun neredeyse yarısına yakın. İki milyon civarında. Bu insanlara Türkiye tıbbi yardım ve sahra hastanesi olmak üzere her türlü yardımı yapmaya hazırlanıyor. Türkiye ve mülteciler sorunu derken, Türkiye’nin arka bahçesindeki mülteci kamplarına yönelik yaptığı muazzam yardımlar unutulmamalıdır. Ülkemizdeki Suriyelilere uluslararası hukuk çerçevesinde "geçici koruma" sağlanmaktadır. Geçici koruma altındaki Suriyelilerin sağlık ve eğitim hizmetleriyle iş piyasasına erişimleri sağlanmıştır. Yaşam şartlarını daha da iyileştirmek için her türlü gayret sarf edilmektedir. 10 ilimizdeki 23 geçici barınma merkezinde 260.000 civarında Suriyeli barınmaktadır. Yaklaşık 2,8 milyon Suriyeli ise şehirlerimizde yaşamaktadır. Ülkemizdeki Suriyeliler için merkezi bütçeden yaptığımız harcamalar 15 milyar dolara yaklaşmıştır. Uluslararası toplum tarafından ülkemize yapılan yardımlar ise 512 milyon dolarla beklentilerin çok altında kalmıştır. Suriye insani krizi küresel bir sorundur ve küresel bir çözüm gerektirmektedir. Uluslararası camianın bu insani krizin yarattığı yükü paylaşması çağrısında bulunuyorum. Yeniden yerleştirme yük paylaşımının önemli unsurlarından biridir. Yeniden yerleştirme programlarına daha fazla sayıda ülkenin dâhil olması, dâhil olanların ise kotalarını artırması önem arz etmektedir. Diğer taraftan, mülteci sorununun en önemli nedenlerinden biri DAEŞ’tir. Türkiye gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı Harekâtı ile DAEŞ’i bölgeden temizleme kararlılığını ortaya koymaktadır. Ancak DAEŞ’in Avrupa’nın güvenliği yönünden yarattığı riskler ve tehditlerin DAEŞ’in halen yoğun olarak faaliyet gösterdiği alanlardan çıkartılması sonrasında da devam edeceğinden şüphemiz olmamalıdır. Bu nedenle mülteci ve göç sorunu ele alınırken DAEŞ sonrası dönem de unutulmamalı ve geç kalınmadan planlanmalıdır. Avrupa göç politikalarının reformu sürecinde bu hususa özellikle dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim. HABER.YILMAZ ACU
İLGİLİ HABERLER
İlgili Haberler
|