Geçmişin hataları ve yanlış politikaları ile azınlıklara yaşatılanlarla yüzleşemeyen bir ülkenin değişime direnmesi kadar kötü bir şey olamaz bence..
Bundan yıllar önce okuduğum Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” adlı romanındaki hikâyede şu anlatılıyordu: Katilin işlediği vahşi cinayetin her saniye, her dakika ve her saatte göz önüne gelmesi, rüyalarına girmesi ve peşini asla bırakmaması ona işlediği cinayeti itiraf ettirdi. Katilin yargıç karşısındaki bu samimi itirafından dolayı yargıç, ceza indirimi yaparak az bir ceza vererek hem katili hem de kasabada yaşayanları rahatlattı ve daha önce birbirlerine şüpheyle bakanlara da derin bir nefes aldırdı.
Geçmişte yaşanan ve yaşatılan uygulamalar ve politikalar insanları hep taraf yapmaya zorlamıştır.
1914’ten günümüze kadar Türkiye’deki Kürtler başta olmak üzere tüm azınlıklara yaşatılanların apaçık ve şeffaf bir şekilde ortaya çıkması için bir arpa boyu kadar yol alınmadı/alınamadı..
Aslında inkâr etmemek gerek alındı ama çok da yeterli görülmedi diyebilirim. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi ancak ve ancak geçmişiyle yüzleşmesi ile olur.. Birbirimizi affetmeden gerçeklerimizi, yaşadıklarımızı ve yaşattıklarımızı birbirimize anlatmadan ve itiraf etmeden asla barışı yakalayamayız..
Yıllardır Türkiye’nin peşini bırakmayan “Ermeni ve Kürt Sorunu..”
Yıllardır Türkiye’nin peşini bırakmayan Kürtler isyan etti ya da devlete başkaldırdı palavrası ile yaşanan katliamlar, Dersim katliamı, insan iskeletleri, kafa tasları ve faili belli cinayetler..
Türkiye’nin peşini bırakmayan/bırakmayacak başka bir vahim olayda Hrant Dink cinayeti ve Uludere katliamı olacaktır..
Aslında soracak olursanız; Türkiye Cumhuriyeti tarihi hep kanlı cinayetlerle geçti.. Belki yukarıda anlattıklarım az da olabilir ama Türkiye er veya geç tüm gerçekleri ile yüzleşmek zorundadır..
Aydınlatılmayan her faili meçhul cinayet ve katliamların ardından yüzyılda geçse bumerang gibi gidip dönüp bizi bulacaktır.
Uludere katliamının failleri ortaya çıkıp yargı önünde hesap vermeyene kadar 34 insanın bombalanması Halepçe katliama ile eşdeğer olarak gelecek nesillere acı bir olay olarak miras kalacaktır.
Bazen insan düşünmeden edemiyor. Çocukluğumuz hep şiddet, ölüm, işkence ve zulümleri görerek geçti. Peki biz bu ülkenin yurttaşı olarak bütün bunları yaşamak zorunda mıyız?..
Bu savaş nereye kadar sürecek.. Geleceğe umutla bakamayacak mıyız?. Bu ülkede her insanın katledilmesi, öldürülmesi içimizi parçalıyor ve öyle bir duruma geldik ki acıları yüreğimizde taşıyacak yer kalmadı, göz pınarlarımız kurudu..
Geçenlerde Hrant Dink’in öldürülüşünün 5. yıl dönümü nedeniyle Taksim’den Agos gazetesine kadar sessiz yürüyüş vardı. Bende bu sessiz yürüyüşe katılıp Ermeni’siyle, Kürdüyle, Türküyle bir olduğumuzu dillerimizin, dinlerimizin her ne kadar ayrı olsa da fakat gözyaşlarımızın aynı olduğunu ifade etmek için oradaydım bir Müslüman Kürt olarak..
Yürüyüşte sık sık “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” sloganları atılmasına rağmen ben hiç slogan atmadım. Ama kendi içimden hepimiz insanız. Öldürülmeyi hak etmiyoruz. Irkımızdan ve dinimizden dolayı ölmeyi hak etmiyoruz.
“Hrant’ın arkadaşları”diye anons yapılıyordu. Ben yine içimden biz Hrant’ın arkadaşları değil, Hrant’ın kardeşleriyiz.. Biz bir aileyiz. Bu ülkede hep birlikte geçinmek zorundayız. Birbirimize tahammül etmek zorundayız..
Hrant’ın öldürüldüğü yerin hemen yanındaydım. Oraya gelen ünlüleri tek tek tanımaya çalıştım. Kürt milletvekilleri, Ermeni yazarlar, Alevi dernek başkanları ve Şişli belediye başkanı Mustafa Sarıgül’ü gördüm. Yine içimden keşke hükümete yakın birileri de burada olsaydı dedim..
Çeşitlilikten hiç korkmamak gerekir. Onlarca yıldır bize hep bu anlatıldı. “Bu Kürt’tür, bu Türk’tür, bu Ermeni’dir, bu faşisttir, bu din istismarcısıdır” diye bizi hep birbirimize düşürdüler. Olmaması gerekendi ama yaptılar başardılar..
Ermenilerin yaşadıklarını bugün Kürtler de aynısını yaşıyor. Kürtler her yerde ben Kürdüm diyemediği gibi Ermeniler’de hiçbir yerde biz Ermeni’yiz diyemiyor.. Bu nasıl bir adalet bu nasıl bir inanç ben bir türlü anlam veremedim..
Bundan dolayıdır ki Türkiye hep kendi iç sorunlarından dolayı bir türlü kendine gelemiyor ve Fransa gibi ülkelerin “Ermeni tasarı teklifi” gibi tehditlerle karşı karşıya geliyor..
Oysa bu ülke geçmişinden hiçbir zaman korkmamalı yargılayabilmeli ve sorgulayabilmeli..
Bundan emin olmalıyız ki mecliste “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulup bütün karanlık olaylar araştırılıp çözülürse Türkiye daha güçlü bir devlet olur..
Ağalık sistemiyle siyaset zihniyetinden vazgeçilmeli liderler oy kaygısı nedeniyle cinayetleri, katliamları görmemezlikten gelmemeli..
EN DERİN SAYGILARIMLA…